Kısır Dünyalar
“… kısır dünyalar kurarız kendi kendimize.” * Gündüz Vassaf
Bence bu “kısır dünyalar” tanımı çok iyi anlatıyor ideolojileri, inançları ve birçok şeyi daha. Birçok insan hiçbir şeyi değiştirmeye çalışmadan sahte dünyalar yaratıyor kendisine. Çoğu insanı gözlemliyorum, sadece kendisi çalıp kendisi oynuyor. Gerçekte olmayan bir dünyayı, sanki onun içinde yaşıyormuş gibi kurguluyorlar ve bu kurgunun içinde basit bir nesne olduklarının farkına bile varmıyorlar. Kendi kendilerine en güzel değerleri biçiyorlar. Kendileri mükemmel ya da mükemmele yakın, ama diğerleri hiçbir şey bilmeyen, anlamayan cahil zavallılar.
Sylvia Plath ise topluma tersti, biraz burnunun dikine gitmeyi seven bir yazardı. Kalabalıkların aksine gitmeyi tercih ederdi. Severim onu. O tek romanında şöyle yazar;
“Çevremdeki siluetler insan değil,
SylvIa Plath
insan gibi boyanmış ve
yaşama öykünen pozlara sokulmuş
vitrin mankenleriydi.” **
Bence bazı insanlar vitrin mankeni bile olamaz, çünkü vitrin mankeninin bile bir işlevi vardır. Ama bazı insanlar basit bir vida olmaktan öteye gidemezler kendi hayatlarında. Eğer çevresindeki insanların görmek istediği kişiyse bir insan, o zaman bir sorun vardır bence ortada.
Sahte hayatlar
Çünkü kendisini tamamen çevresindekilere göre biçimlendirmesi gerekir. Yani içinde bulunduğu kaba göre șekil alması gerekiyor, tıpkı bir sıvı gibi. Böylece kişi içinde bulunduğu çevrenin bir vidası olmaktan öteye gidemiyor. Benim anlayamadığım şey insanın gönüllü olarak kendi iradesini başka kişilere, gruplara, kurumlara devretmesi ve ondan sonra da hoşnut bir şekilde itaat etmesi onlara. İnsan önce tek başına olmayı, kendi ayağının üzerinde durmayı ve herkese meydan okumayı öğrenmeli, eğer kendini tanımak istiyorsa.
Ama böylece hayatları sahte hayatlar olmaktan kurtulamıyor. Ve bunun da farkına ne yazık ki varamıyorlar. Bunun farkına varanlar az sayıdadır, bu insanlar katı gerçekliği görüp onunla yüzleşirler ve en başta özeleştirel sonsuz bir sürece girerler. Kendilerini aklayıp zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkmayı denemezler bile. Her şeyi sorgular bu insan ve en başta kendisini. Ve bunu sonsuz süreci anlamaya çalışandır bu az sayıdaki insan.
Ama yüzyıllardır dile getirenleri tekrar etmek üzerine kurulu hiçbir özgün üretimin olmadığı kısır dünyalar ise daha fazla insan tarafından tercih ediliyor. İşte buralarda tamamlıyor, birçok insan ömrünü ne yazık ki. Sığ sularda.
Ya da hayatı sorgulamaktan korkuyor, bunun nedeni de belki, “Ben hayatımı, mücadelemi boşuna mı verdim?” diye düşünmek olabiliyor. Ama sorgulamaktan kaçan insan, kendisine yeni sığınaklar arıyor ve kısır düşüncelere, kısır bir dünyaya mahkûm oluyor.
Ne yazık ki sadece sorgulayan insan gerçeğe ve hakikate biraz daha yaklaşıyor. O insan hayatın sonsuz bir kendini aşma süreci olduğunu biliyor. Sen hayatını boşa vermedin, mücadeleni boşa vermedin, sen özgürlük ve eşitlik için mücadele ettin. Ama o noktada teslim olursan o kısır düşüncelere oradan çıkamazsın. Onun için geçmişte yaptıklarını karşılaştırmak yerine bir adım ileri atman gerekiyor. İşte çok az insan o adımı atabilecek cesarete sahip, ne yazık ki hayatın içinde. Geçmişten tamamen kopmadan geleceğe yürüyemezsin.
Ama gittiğin yol, takip ettiğin ideoloji doğru muydu, bunu bir kez olsun bile sorgulamadın. Bir dine inanır gibi inandın ideolojine.
Ben kimim?
Bir arkadaşım geçen gün bana bir mesaj yazdı; değiştiğini, geliştiğini söylüyor ve birçok şeyin de farkına vardığını ve ayrıca bunun devam eden bir süreç olduğunun altını çiziyor.
Değişim ve gelişim insanın hayatın diyalektiğine bir uyum sağlama çabası belki de.
“Biri dışında tüm sorulardan vazgeç: Ben kimim?” *** diyor Sri Nisargadatta Maharaj yapıtında.
Bence tarihin ve tüm zamanların en önemli sorusu budur. Zaten eski çağlarda bazı filozoflar da her şeyin buradan başladığını öne sürmüşlerdir: Bende bitiyor evren, her şey zihnimde, iç dünyamda ve dış dünyada.
Kendini keşfetme süreci sonsuzluğu aramaktır bir anlamda. Kendini yüz yıl yıl arasan da, bunun için her şeyi yapsan da, yüz yıl sonunda yine başladığı noktaya dönersin ve sorarsın tekrar kendini: Ben kimim? Çünkü sonsuzlukta çok fazla yol almak olası değildir. Artık aldığın yol kadar kendini tanırsın. Beş metre yol almak bile önemlidir bu serüvende. En azından olduğu yerde durmaktan daha iyidir.
Diğer yandan insanın daha kendisini tanımadan başkalarını tanıdığını iddia etmesi ise trajikomiktir.
Hayatında tek bir kez olsun “Ben kimim?” diye sormadan, kendini ve hatta başkalarını yüzde yüz tanıdığını düşünerek sefil hayat serüvenini tamamlayan ne kadar çok insan var șu koca yeryüzünde.
Erol Anar
1 Ağustos 2025 tarihinde yayınlanan “Ne kadar çok aidiyetin varsa o kadar az bireysin” başlıklı yazımdan bir bölüm. (erolanar.org)
* Gündüz Vassaf: Cehenneme Övgü, İletişim Yayınları, 48. Baskı 2024, İstanbul, sayfa 191.
** Sylvia Plath: Sırça Fanus, Can Yayınları, Çevirmen: Handan Saraç, 10. Baskı: 2012 İstanbul, sayfa 146.
*** Sri Nisargadatta Maharaj, I am that, Alfa Yayınları, 2004, sayfa 1.

Üst görsel: Pouya Hajiebrahimi, Pexel; Alt görsel: Mart Production, Pexel.
Share this content:

Yorum gönder